24 Eylül 2016 Cumartesi

Şorttan kurtuluş yok ama şortla kurtuluş da yok!


Türkiye bir süredir simgelerle yaşıyor. Simgeler, düşünmenin bir tık öncesidir; genellikle zihinsel işleyişte bir gerilemeye, gerileme de bir sıkışmaya işaret eder. Sıkışırsınız, düşünemezsiniz, konuşamazsınız, ifade edemezsiniz ve simgelere sarılırsınız.

Türkiye, sonu bir türlü gelmeyen bir sıkışmışlığın içinde simgelere sarılıyor sık sık. Neredeyse her hafta simgesel bir olay oluyor ve o simge üzerinden taraflaşıyoruz.

Şort da bizi ayrıştırdı, taraflaştırdı.

Bir yandan bu taraflaşma, bu yoğun tartışma ve saflaşma bir tür canlılık işareti. Türkiye süreklileşmiş sıkıntıya rağmen, söyleyebiliriz ki yaşıyor, canlılık alametleri gösteriyor. Ama öbür yandan da aksayan bir yan var bu canlılık ve taraflaşmada. Bir eksiklik var.

Şort Türkiye’yi ikiye böldü. Bir kesim “Nasıl olur da bireysel özgürlüğe tekme atılabilir!” dedi. Öbür taraf ise “Meczubun biri tekme atmış, ne var ki bunda! Siz esas şu çürüten hayatınıza bir bakın!” dedi. Şort modern hayatın simgesine dönüştü. Bir taraf için modern hayatın savunusu oldu, bir diğer taraf için ise modernist arsızlığın sembolü.

Ama tüm bu simge mücadelesi içinde esas olan toplumsal sıkışmışlıktı. Bir kesim sıkışmayı, şort ile simgelenenlerden kurtularak atlatabileceğini ifade ederken (hatta mırıldanırken) diğer kesim ise üstüne üstüne gelen ve neredeyse varoluşunu tehdit eden bu savunma görünümlü saldırı halini, şort ile simgelenenlere gözleri bağlı bağlanarak savuşturabileceğini düşündü.

Simgeleri ve simgeleşmeleri çözümlemek bizi arka planda akmakta olanları anlamaya götürecektir. O zaman soralım: Şort ve tekme bugün neyi anlatmaktadır?

17 Eylül 2016 Cumartesi

Ferit

Kayıpla baş etmek zor. Zor zamanlarda gidenin ardında kalmak daha da zor.

Tarık Akan’ın ölüm haberi bir kara haber gibi yayıldı dün. Sanki onunla birlikte bizlerden, içimizden de bir şeyler kayboldu gitti. Kimisi “çocukluğumuz gidiyor bir bir” dedi, kimisi ölümün ardından sevinenlere bakıp bir kez daha, bin kez daha lanet etti.

Onunla birlikte bir şeyler de kapanan kapıların, bir daha açılmayacak olan geçmişin içine gömüldü sanki.

Çok da şaşırtıcı değil; zor zamanlarda yaşarken. Her kayıp daha bir zor geliyor.

Ama Ferit…

Ferit bir yakındı işte. Sanki elimizi uzattığımızda tutacak üniversiteli abimizdi. Kesin Dev-Yol’cuydu; hafif biraz Deniz’i andırırdı. Uzak, geniş ve derindi.

Naif bir yakışıklılıktı. Karşısındakini ezmeyen, kendini dayatmayan bir selvilikti. Gölgesi, ferahlık arayan herkese yeterdi sanki.

İçinde hiç yaşayamadığımız ama hayalini aklımızda hep döndürüp durduğumuz neşeli ailemizdi Ferit. O ailenin gülüşüydü.