30 Temmuz 2016 Cumartesi

O hâlde

Gelin arabasının önünü kesmişliğim pek yoktur. Sanırım iki kez böylesi bir işe kalkıştım. İlki bayağı önceydi. Yanlış hatırlamıyorsam önünü kestiğimiz arabadan eski 5000 liralık banknotlardan bir tanesini kapmayı başarmıştım. Bir ciklet parasıydı işte.

İkinci kez gelin arabası önünü kesmem ise geçen yıla denk gelir. Aslında tam bir ön kesme de değildi. Bir Pazar günü ailece yemeğe çıkmıştık yakınlarda bir yere. Gittiğimiz yerin yeşilliklerinde koşturduktan ve küçük havuzunda turuncu balıkları kovaladıktan sonra toparlanıp kalkmıştık ki dar toprak yolda iki araba karşılaştık. Karşıdan gelen bir gelin arabasıydı; üstünde süsler, fiyonklar, kapılarda balonlar ve susmayan bir klakson. Ayağımıza kadar gelen fırsatı geri tepmemiş ve yol vermek için kenara çekilmeden önce önünü kesmiştik gelin arabasının.

Gülüşmeler ve selamlaşmalar arasında gelin arabasının şoförü bir zarf uzatmıştı bize. Aldık ve yine gülerek memnuniyetle çekildik kenara. Yeşilliklere doğru uzaklaşan arabanın arkasından baktık bir süre ve geçtik yerimize. Tabii ki sonra ilk iş zarfın içine baktık. İnsan hayal kurmayı seviyor işte… Ama bize çıka çık 1 dolar çıkmıştı zarfın içinden.

Böylece hayatımda sanırım ilk kez Amerikan dolarıyla hem de 1 dolarla tanışmış olmuştum. Şöyle bir bakmıştım kağıda: Arkasındaki piramit ve üstündeki parlayan göz dikkatimi çekmişti. İslamcılar bu tür simgeleri kanıt olarak gösterip Amerika’yı ve tabii ki Batı oryantasyonlu her toplumu masonların yönettiğini söylerlerdi. O kısacık an içinde onu hatırlamıştım bir de. Piramit ve göz, masonik işaretlerdi onlara göre.

İlkel ve paranoid bir düşünme biçimiydi bu: birbiriyle ilişkisiz ama az çok benzer özellikleri olan iki nesneyi küçük benzerlikler üzerinden eşleştirmek. Üçgen varsa, masoniktir gibi. Aksi ise mümkün değildir. Her üçgen er ya da geç masoniktir bu düşünme biçimine göre. Bunun absürtlüğünü, uygunsuzluğu göstermeniz ise neredeyse imkansızdır. Bu kısa devreli akıl yürütme karşısında kırk dereden su getirmeniz gerekir.

Neyse… Garipsediğimi, “insan zarfın içine neden Amerikan doları koyar ki?” diye düşündüğümü hatırlıyorum. Hani bana sorsanız 5 liraya fittim. Bir sakız parasına yani. Şaşırarak da olsa gülüp geçmiştik o gün biz de.

Parayı çocuklara verdik; biletçilik falan oynarken kullanırlar diye. Nereden baksak bir yıldır da evin içinde oyuncakların arasına karışmış olarak dolaşıp duruyordu o 1 dolar. Geçen akşam soL Portal’da günün haberlerine bakarken “Akademisyenlerden de aynı dolarlar çıkıyor” haberini görünce bir ışık yandı kafamda. Evdeki doları, 1 doları hatırladım. Seri numarası neydi ki?

Koltuktan kalktığım gibi oyuncakların arasına daldım. Ve birbirine karışmış çeşitli oyuncakların arasında aradığımı buldum. Bulduğumla da şaşırmam ve gülümsemem bir oldu. Bingo! Evdeki 1 doların seri numarası F ile başlıyordu.

***

Bilinç garip bir olay: Bazen ne yaşadığınızı anlayamıyorsunuz. Ancak yıllar yıllar sonra geriye baktığınızda kendiniz, etrafınız, insanlar garip görününce anlıyorsunuz, nasıl bir hengamenin içinden geçtiğinizi.

Örneğin 80ler bir gariptir: Bülbül yuvası saçlar, şalvar pantolonlar, omuz vatkaları, break dance, saç bandı, aerobik, altın künyeler… Hepsi 80lere aittir ve ne öncesiyle ne de sonrasıyla bağlantılıdır. Sanki uzaydan çıkıp gelmiş bir dönem gibidir. Ama hepsi küresel bir akıl tutulmasının dışa vuran görünümleridir.

Bazı dönemler toplumsal bir tutulma hali gibi gelip geçiyor işte. Sanırım yine öyle bir dönemin içinden geçiyoruz ama bir tek Türkiye olarak değil. Japonya’dan Almanya’ya Fransa’dan Amerika’ya kadar dört bir yanda ne olup bittiğini yıllar sonra daha iyi anlayabileceğimiz bir tutulma hali hüküm sürüyor.

Örneğin Japonya’daki bakımevi baskını oldukça semptomatikti bu anlamda. Özürlü insanları gece uykularında boğazlayan eski hasta bakıcı ne yaptığını gayet iyi biliyor görünüyordu: “Tüm özürlüler ortadan kalkmalı!”. Emperyal Japonya nesnelliğine çok uyan bu sözler tam da tutulmanın yırtıldığı, kendini ele verdiği yeri anlatıyordu.

Ya da Münih’te alışveriş merkezi baskınını yapan kişi ile yakınlardaki bir apartman sakini arasında geçen küfürlü konuşma. Tamam apartman sakini olup bitenlerin dehşeti nedeniyle öfkelidir ama konuşmanın tamamında göçmenlere, yabancılara yönelik aşağılayıcı, suçlayıcı bir dil vardır. Katliamı yapan kişi “Ben Alman’ım. İşte bu yoksul mahallede doğdum büyüdüm!” diye cevap verirken arkadan küfür yerine geçen “Pis Türk” öylece geçer gider. Hem katliam hem de bu kısa video kaydı Almanya’nın içine saplandığı toplumsal tutulmanın kısa bir belirtisi gibidir.

Gelelim Fransa’ya. Kilisede rahibi infaz eden iki militan, ailelerinin anlattığı öyküye bakılırsa son sürat çarpacakları bir duvar aramışlar kendilerine. Çocukluklarından bu yana. Buldukları ise Batıya karşı İslam’ın öfkesi olmuş. Çok değil, iki ay içinde gözü başka hiçbir şey görmeyen birer militana dönüşmüşler ve kimse de onları durduramamış.

Dışarıdan bakınca üçü de meczup görünen bu kişiler yükselmekte olan ve hatta çoktan yükselmiş olan küresel bir bilinç halinin küçük birer örnekleri aslında. Eşiği aşan kısmında yer alan, semptomatik hale gelmiş kişiler. Bir de eşik altı kalanlar var; yani buz dağının görünmeyen kısmı. İşte onlar, ne yaşadıklarını henüz fark etmemiş olanlar. O halde yaşayıp gidenler.

***

Gelin arabası ile başladık öyle de bitirelim.

Yine geçtiğimiz günlerden bir gün eve dönüyoruz. Ailece. Bir düğün arabasına denk geldik yolda. Ama bu sefer dar ve toprak bir yol değil. Cadde üstünde. Çok süslenmemiş. Bir iki fiyonk, bir de gelinle damadın isimlerinin baş harfleri var arabada. Plakanın üstünde ise bir yazı: "O Halde Evleniyoruz!"

Baktık. Gülümsedik ama gülmedik. Hem komik hem de trajedikti. Aynı içinde yaşadığımız şu dönem gibi...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder