26 Mayıs 2012 Cumartesi

Elixir: Bu işin tılsımı nerede?

Mircan Kaya, neredeyse her şarkısını bir hikayeye dönüştüren, her şarkısı bir film karesine eşlik edebilecek bir müzisyen. 2008 tarihli Once Upon A Time In Mingrelia albüm-kitabı için "şarkılar ve hikâyeler, bazen de anılar, mırıldanmalar birbirini izlerken kimi zaman da müziğin içine bir gerilim gelip yerleşiyor. Kayıp zamanın, ağıta dönüşemeyen donmuş bir hali gibi." demiştim. Geçen yıl Gülten Akın şiirlerini besteleyerek hazırladığı albümü, elixir de bir hikaye denizi gibi. Daha önceki albümlerinde yaslandığı caz, rock, folk bileşiminin yerini bu sefer -Gülten Akın şiirlerinin etkisiyle olsa gerek- geleneksel sanat müziği motifleri almış. Gülten Akın'ın dizelerinde kendilerine yer bulan hikayeler Kaya ve ekibinin ezgileriyle canlanıvermiş. Albümde yer alan tüm şarkılar bu sinematografik canlılığı taşırken özellikle "B....... İçin İlahi" ve "Bunalan Ozan İlahisi" ezgileri diğerlerinden biraz daha fazla öne çıkıyor. Diğer albümler gibi elixir de Mircan Kaya'nın kendi yapım firmasından yayınlanmış. Müziğe adanmış bir idealizmle üretimde bulunmayı amaçlayan firmasında (Kataloglanmamış Müzik) piyasanın öğütücülüğünde kaybolup gidecek üretimler için de yer bulunuyor.

23 Mayıs 2012 Çarşamba

Sinema filmleri ve kendilik

Çok önemli bir etkisi var sinema filmlerinin ve sonlarında çalan piyano ezgilerinin. Eskiden tüplü televizyonların tüpü biterdi de şok yaptırılınca bir süre canlanırlardı. İşte kendilik de reel hayatın sıkıcılığında renklerini kaybederken bu fimlerde ve müziklerde hissettiğimiz ve ödünç aldığımız başka kendiliklerin libidinal enerjisiyle şarj oluyor. Buna -bir saatliğine de olsa- bir başkası olmanın, bir başka yerde olmanın, kendimizin ve kendiliğimizin dışına çıkmanın ferahlığı diyebiliriz. Köleleştirildiğimiz dünyanın toksik düzeniyle zehirlenen ruhumuza bir nefes aldırıyor, sahte bir kurtuluş yaşatıyor bizlere. Düzen kendiliklerimizi üzerimize giydirdiği rollerle, hergün yaptığımız işlerle bizden çalıyor. Bizlere de yılda 20 gün izin ve her ay düzenli para veriyor. Ve biz sistemin esirleri, onu yaşatmak için kendimizi öldürüyoruz.

Mustafa Özden, 21.05.2012

***
Dostum, [Another Earth üzerine yazdıklarında] çok yakın temaları işlemişiz farkında olmadan. Hoş olmuş. Tesadüf olmuş. Rastlantı olmuş. Bir anlamı yok. Yani kalp kalbe karşı felan değil :) Rastlantı işte. Akıllı iki adamın aynı şeyleri düşünmesi şaşılacak şey değil. Geçenlerde Timur Oğuz'a kendilik psikolojisi ile ilgili tanımladığım bir fenomeni anlattım. Buna da "kendilikte kompartmanlaşma" adını verdiğimi söyledim. Meğer o da aynı fenomeni aynı adla tanımlamış. Yani burada da kalp kalbe karşı değil, akıl akıla komşu demek istiyorum. Ya da aklın yolu bir. Neyse ben de bunu duyunca şöyle dedim. "Birbirinden bağımsız iki kişi aynı adla aynı fenomeni tanımlıyorsa, doğada gerçekten bu fenomen vardır."

Selamlar.

Mustafa Özden, 22.05.2012

15 Mayıs 2012 Salı

Yo Roberto Fonseca Yo


Ne zaman Roberto Fonseca dinlesem aynı anda hem hayranlık hem de öfke duyuyorum. Bir yanım şarkıları, şarkılardaki havayı çok seviyor, hemen o havanın içine giriyor. Bir yanım ise yaratıcılığını ve yeteneğini pazarlamak konusunda bu kadar istekli bu adamın hallerine öfkeleniyor. Bu nedenle her Roberto Fonseca albümü aynı duyguları hatırlatıyor: Hayranlık ve öfke. Geçtiğimiz aylarda yayınladığı yeni albümü "Yo" (Ben) ise hayranlıktan çok öfkeyi hatırlattı.

Tanımayanlar için söyleyeyim, Roberto Fonseca Küba'lı bir caz piyanisti. Caz dünyası içinde ismi gittikçe daha fazla duyulan Fonseca uluslararası alanda adını ilk olarak meşhur Buena Vista Social Club ile duyurdu. Grubun emektar piyanisti Rubén Gonzaléz'in yerini aldı ve grubun dünyanın dört bir yanındaki konser turnesi sırasında pişti. Sonrası ise Fonseca için daha hızlı gelişti. 2007 yılında kendi ezgi dünyasının içinden kopup gelen melodilerle yoğurduğu ilk albümü Zamazu'yu çıkardı. Albüm aslında Fonseca'nın kendi müzikal evreninde işlemeye odaklandığı kültürel parçaları bir araya getiriyordu: Küba'daki Afrika kültürü, caz ve klasik müzik ile Latin havalarının bir karışımı. 2009 tarihli Akokan albümü ise müzisyenin bulduğu bu geniş kültürel damarı daha derinlemesine işlediği bir uğrak oldu.

Yeni albümü "Yo" işte bu kaynakları yeni bir enerjiyle harmanladığı bir altyapıya sahip. Hatta Fonseca bu yeni albüm ile Küba ve latin cazından daha fazla uzaklaşırken müziğinde Afrika etkilerine daha çok yer açmış.