27 Şubat 2009 Cuma

Müzik, piyasa ve yaratıcılık sarmalında Hayko Cepkin Adorno’yla karşılaşınca*

*Nikbinlik, Eylül 2008, sayı: 24
Albümlerin diğer yapıtlarda pek görülmeyen güzel bir özelliği vardır: Her albümde müziğin ortaya çıktığı sürece doğrudan ya da dolaylı olarak katkıda bulunanlara, destekleyenlere, eşlik edenlere ayrılmış bir teşekkür listesi yer alır. Çoğu zaman yakın çevrenin ve dostların isimleri sıralanır ama bazen de esin kaynağı olan, ilham veren uzak isimlere de yer açılır. Teşekkür listesinin amacı bazen bu dolaylı katkıya sahip insanları selamlamaktır bazen de uzun bir ilişkiler ağını ve böylece de üretilen müziğin etkisinin uzandığı yerleri işaret etmektir. Ancak, romanda, öyküde, şiirde, heykelde ve diğer üretimlerde çok da sık görülmeyen bu teşekkür faslı, çoğu zaman sıradanlaşır, adet yerini bulsun türünden doldurulur. Ancak nadiren dürüst ve dikkat çekici teşekkürler de çıkabiliyor albüm kapaklarında. Hayko Cepkin’in Tanışma Bitti isimli ikinci albümünün teşekkür listesi de bunlardan birisi. Çünkü albümünün iç kapağında, hemen daha ilk sırada, tartışmaya çağıran, yaratıcılık sorunun tam ortasında duran ve çeşit çeşit kuramcının yıllarca akıl yürüttüğü ama çok az kişinin berraklıkla kavrayabildiği, tanımlayabildiği bir konuya dair açık bir teşekkür gönderiyor Hayko Cepkin: “Müzik Piyasasına: Zorlayıcılığından, insanı düşünmeye ve stratejiler kurmaya yöneltip zihin açtığı için
Belki de kendine has yalın bir değerlendirmeyi dile getirmek için yazılmış olabilir; ama Hayko Cepkin’in çok nadir rastlanır türden gözlemi açık bir tartışma çağrısıdır. Çünkü kullandığı cümlenin doğrudanlığı sanatsal üretim ile yaratıcılık arasında kaçamakça, fısıltı olarak dile getirilen bir konuyu belki de Hayko Cepkin’in pek umurunda olmadan tartışmaya açmaktadır. Ve yine bilerek ya da bilmeyerek popüler müzikle ilgili tartışmaların başvuru kaynağı Theodor Adorno’yu
[i] geri çağırmaktadır.[ii] Hayko Cepkin Adorno’nun iddialarından en çok standartlaşmaya karşı konumlanmaktadır. Keza teşekkürüyle Adorno’nun müziğin genel özelliklerinden en küçük ayrıntısına kadar işlediğini öne sürdüğü standartlaşma sürecinin[iii] daha farklı işlediğini ve ekonomi politiğin durumu kavramakta yetersiz kaldığını hatırlatmaktadır. Bu nedenle müziği kadar iddiası da biraz daha yakından ilgilenilmeyi gerektirmektedir.

Piyasanın zorlayıcı yaratıcılığıHayko Cepkin’in cümlesinin içinde taşıdığı anlamların ve soruların, aslında farklı yerlerde göze çarpan, tanıdık, çeşitli biçimleri bulunmaktadır. Ancak açmakta fayda var keza cümlenin içinde iki katman bulunmaktadır. Öncelikle piyasa insanı, bireyi, sanatçıyı, üretmek isteyeni zorlamaktadır. Daha sonra ise bu zorlama üreten kişiyi, üretmek isteyen kişiyi düşünmeye ve stratejiler kurmaya yöneltmektedir, yani sanatsal yaratıcılığın önünü açmaktadır. İkinci katman, zorlayan piyasanın, kişinin zihnini, aklını ve gözünü açması olarak da özetlenebilir. Burada cümlenin içinde saklı kalmış ve söylenmemiş bir önkabül bulunmaktadır: Piyasa rekabeti, yaratıcılığın bir biçimine iyi gelmektedir.
Cümlenin koca koca kuramcıların kalın kitaplar, uzun makaleler boyunca tartıştığı bir durumu bir çırpıda anlatıvermesinin büyüsünü anlamak için yaratıcılık, piyasa ve sanatsal üretim arasındaki dinamik süreci açıklamaya yarayacak sorularla başlamak yardımcı olabilir. Bu durumda cümle bireyden hareket ettiği için ilk sorunun da bireyden yola çıkması ön açıcı olabilir: Müzik piyasası kişiyi neye zorlamaktadır? Hayko Cepkin açık olamasa da bu soruya ‘piyasa kişiyi yaratıcı olmaya zorlamaktadır’ şeklinde yanıt vermektedir. Zorlamak gibi kuramı tırmalayıcı kelimelerden arındırılırsa ‘piyasa sanatsal yaratıcılığı teşvik etmektedir’ de denebilir. Ama zorlantıdan devam edelim: Müzik piyasası kişiyi neden zorlamaktadır? Yanıt daha basittir ve oldukça tılsımlıdır: Piyasa, rekabet nedeniyle kişiyi farklı olanı üretmeye zorlamaktadır.
İlerlemek için bir soru daha sormakta fayda olabilir: Piyasa, neden farklı olanı aramaktadır? Klasik ekonomi politik bu soruya kâr oranlarının tarihsel düşme eğilimini anlatarak yanıt verirdi. Ancak kısa yoldan hatırlamak gerekiyor ki piyasada farklılıktan çok sığlık, sıradanlık vardır. Örneğin piyasaya sürülen kayıtların ancak çok azı, %10 kadarı paraya dönüşmektedir;
[iv] diğerleri ise şansını denemekte ve silinip gitmektedir. Piyasa bir yandan farklı olanı aramaktadır, bir yandan da satışı garanti olan mallarda ısrar etmektedir. Sonuçta farklı olan mal (örn. bir zamanların buzdolabı ya da rock yıldızı) ilk üretene ciddi paralar kazandırmaktadır ve daha sonra ise yeni olanın işlevselliği (buzdolabının kullanışlılığı ya da rock yıldızının tarzı) yayılmakta, sıradanlaşmaktadır. Bir yandan da artık bazı sektörlerde farklı olanı üretme hızı gittikçe artmaktadır. Cep telefonlarının modelleri hızla (yılda birkaç kez) değişmektedir, araba şirketleri ise her yıl yeni bir model çıkarmaktadır. Arz, talep, arz, talep… Bu sürecin bir yerlerinde yaratıcılık yer alıyor gibi durmaktadır ama sonuç değişmemektedir: Çöplük büyümektedir![v] Adorno tam da bu süreci standartlaşma olarak tanımlamıştır: Ezgisel ya da sözel bir örüntü, tarz başarılı olduğu andan itibaren son ticari kırıntısına kadar tüketilir ve standartlarının billurlaşıp ortaya çıkmasıyla sönümlenir gider.[vi] Bu nedenle eğer sanatsal üretimlerin de birer meta (pazarda değişim değeri için üretilen mal) olduğunu kabul ediyorsak diğer metaların başına gelenlerin müziksel üretimlerin de başına gelmesini bekleyebiliriz.
Piyasa farklı olanı üretmek, tutabilecek, iş yapacak yeni tarzı yaratmak anlamında yaratıcılığı zorlamaktadır. Yine de bu zorlamanın piyasayla ilişkisinin iki boyutlu olduğunu görmek gerekiyor. Bir tanesi piyasa için farklı olanı üretmekse diğeri de piyasaya rağmen farklı olanı üretmek yönünde olabilir. Piyasa için farklı olanı üretme sürecinde bir sorun bulunmamaktadır. Ortaya çıkan üretim, farklı olan ürün bir süre için büyük bir patlama yapar, tutulur ve sonra tarihin tozlu sayfalarına bile karışmadan çöplüğe atılır. Pop müzik dünyasının işleyişi büyük oranda üret, patlat ve at sürecine uygundur. Yaz mevsimi için yapılan şarkılar, firmaların farklı isim ve tarz denemeleri, hep bu kategoride yer alır.
Piyasaya rağmen farklı olanı üretme süreci ise tek boyutlu olmanın ötesindedir ve karmaşa yaratmaktadır. Piyasaya rağmen farklı olanı üretmek hem müzik beğenisini daha farklı yerlere taşırken hem de piyasayı kendine doğru çekmektedir. Bu nedenle bir süre için de olsa özgürlük, bağımsız olma yanılsaması uyandırmaktadır. Örneğin Nirvana ve grubun bağımsız plak firması Sub Pop bir süre için bu yanılsamayı üretmiştir. Farklı olanı üretmişler ve müzik beğenisini hem de piyasasını kendilerine doğru çekmişlerdir. Daha sonra ise Sub Pop, arşivini ve katalogunu büyük bir plak firması olan Geffen’e satmıştır.
[vii]
Hayko Cepkin’in minnettarlığına geri dönecek olursak Hayko yaratıcılık için, yaratma isteği ve sürekliliği için rekabetin şart olduğunu söylemekteydi. Burada rekabet sanki iyi olanların kötüler arasında sivrilmesine ve böylece doğal bir seleksiyon ile farklı olanı üretebilenin ödüllendirilmesini, teşvik edilmesini sağlamaktadır. Bu modele göre her şey bir kendiliğindenlik içinde yuvarlanıp, ayıklanıp gitmektedir. Kafka’nın Ceza Sömürgesi’ndeki makinesi gibi.
[viii] Yanılsama, sanki aksamı ve işleyişi anlaşılamayan bir düzenekten yayılmaktadır. Bu nedenle bu sessiz ve sedasız makineye biraz daha yakından bakmak Hayko’nun Adorno’yla karşılaşmasına dair yardımcı olacaktır.

Piyasanın zorlayıcılığına karşı yaratıcılık
Denebilir ki piyasa rekabeti en azından yaratıcılığı teşvik etmektedir. Piyasanın zorlayıcılığının yıkıcı yanı için ve bu zorlayıcılığın dışında kalan yaratıcılığın serüveni için müzik tarihinde ve hatta Türkiye’de üretilen müziğin içinden birçok örnek çıkarılabilir. Hatta tek bir müziğin evrimi, yani caz müziğinin seyri cazı piyasalaştıran beyazların hamleleri ve bu müdahaleleri bertaraf etmek için müziğin sınırlarını yıkıp yeniden kuran zencilerin karşı hamlelerinden oluşur.
Cazın anlamı ve yapısı, işte bu süreç içerisinde [beyaz müzisyenlerin siyahların müziğini dönüştürdüğü süreç] değişime uğramıştır. 20’li ve 30’lu yıllarda müzik, temel popüler kültür ile iç içe geçtikçe… ince bir ayarla uysal bir gece kulübü müziğine dönüştürülmüştü. Beyaz swing bu sürecin doruk noktasını temsil eder: Zararsız, genellikle alçakgönüllü, daha geniş bir cazibeye sahip olan bu ritim, orijinal siyah kaynaklarının yıkıcı çağrışımlarının hiçbirisini içermeyen, arındırılıp düzeltilmiş bir üründü… 50’li yılların ortasına gelindiğinde ise New York sound müzisyenleri, dinlenmesi ve hatta taklit etmesi bile çok zor olan bir caz türü üreterek, beyaz kimliği sınırlamaya çalışmışlardı.
[ix]