29 Ekim 2008 Çarşamba

Benim ölülerim

Yarım kalmış bir nefesin gölgesine çekildi hayat. Sanki güneş bir parça daha soğudu. Hâlbuki ne kadar da sıcaktı, daha bir kaç hafta önce. Telaşlı telaşlı atıyor şimdi kalbim, biraz aksak hatta. Tedirgin! Kırgınım ben bu hayata. Umurunda mı bilmiyorum ama kırgınım işte ben bu hayata. Eksik kalan dost hayatlar adına.

Mayakovski geliyor aklıma. Son şiirini yazdıktan sonra çektiği tetiğin izi beliriyor parmağımda. Parmağında barut iziyle yaşamak ne zor! Bugünlerde ne zor, sokaklarda insanlar ellerinde çekilmeye hazır tetiklerle dolanırken bir boyunbağına dolanıp kalmak cadde ortasında!

Oğuz Atay yarım bıraktı ya uğultusunu. Kaç sayfada biterdi ki Türkiye'nin Uğultusu. Kim bilirdi ki? Şimdi dinecek bu uğultu diye telaşlanıyorum. Ne zor, her haberde ülkenin uğultusunu bitirecek bir savaşın ayak seslerini duymak.

Sabah koltuğunda bulmuş sevdiği Joe Strummer'ı. Onca yıl koşup yorulmuşken tam dinlenmeye başladığında. İtfaiyecilerin grevinde "haydi sallayalım kasabayı" diye şarkısını söyleyip evine döndükten sonra usulca kıvrılmış koltuğa ve... Son sözü “İnsanlar olmadan sen hiçbir seysin!” olmuş. Ve sormuşlar Ankaralı Strummer'a, isminin altına ne yazalım diye: Büyük PunkRock Kışkırtıcısı! Ne zor bu günlerde izlemek, insan bildiklerinin kışkırtıcıları taşlamasını.

Sudan hiç çıkmamış Jeff Buckley'in bedeni. Son kez görenler üstünde balık pullarından bir örtü olduğunu söylermiş. Rivayet odur ki köleler memleketi Memphis'te kölelerin ezgilerine hüzünlü sesini veren bu gencecik adamın bedeninin derin sularda yitip gitmesine ırmağın balıklarının ufacık kalpleri izin vermemiş. Taşımışlar ve örtmüşler, günlerin telaşı içinde soğumasın diye. Ne zor şimdi bir bilseniz, kardeşlerin soğuk gecelerde birbirlerinin üzerinden ülkelerinin örtüsünü çektiğini görmek.